30 Ekim 2012 Salı

                                          ORGANİK PROBLEM
       Beni rahat bırakın, bırakın ki maddeden ayrılabileyim.  Rızam olmadan sürekli açıp kapattığınız kapı, bana açılıyor. Şu kısacık ömrüme sığdırdığım sevgiler, kıskançlıklar, arzular, hayallerimin mahzeni orası. Sizin her kapıyı açışınız beni benden daha uzağa taşıyor, sıradanlaştırıyor.  Dokunuyorsunuz ya en derin yaralarıma, yaşanmışlıklarımı alıyorsunuz ya benden; işte o zaman ölüyorum. Kapıyı kapatıp, çıktıktan sonra, yaşadığımı sanıyorsunuz ama; her seferde daha fazla yitiriyorum. Çığlıklar atıyorum, yalvarıyorum bazen sadece ağlıyorum; bitmesi için. Bitmiyor......

    Ölümü çıkartamayacağınız kadar derinime ittiniz, içimdekini çözmeye çalışırken. Bana baktığınızda gördüğünüz, sadece bir organik problem. Belkide, benim ilk okulda havuz problemlerini çözmeye çalışmaktan vazgeçtiğim gibi, sizinde bu organik problemin çözemeyeceğiniz kadar karışık olduğunu kabul etmenizin zamanıdır. İki yıldır bana sahipsiniz ama sahip olduğunuz beden, var olmayı reddediyor, bu evrende. Varoluşum tek bir amacı kaldı: acı. Beden acıkmıyor, susamıyor, ses çıkartmıyor, hareket etmiyor. Beden maddi dünyada bulamayacağını bildiği birşeyin peşine takıldı, yaşayan bir organizma olma sorumluluğundan kaçıyor. 
     Bıraktığınız yara izleri, benden size açılan bir köprü. İzler, hayatımın imgeleri haline geldi, sizinle onlar aracılığıyla iletişim kurmaya çalışıyorum. Yüklemler ya da özneler kullanmıyorum artık, hatta sıfatlarda. Bedenen varoluşumun tek kanıtı onlar kaldı elimde. Varlığımın kanıtı; yaşayan bir organizma olduğumun tek göstergesi. Bedenimin yara alması, tuhaf bir şekilde mutlu ediyor beni. Bu günlerde tek mutluluk kaynağım, yaralarım. Bana yaşamı hatırlatıyor:

                         "Yaram var. Yaşıyorum."

      Yara izlerim, içimdeki çığlıkların dışa vurumu. Ruhumun haykırışı. Biraz dikkatli bakarsanız izlere, benim orada olduğumu görebilirsiniz. Bırakın elbisesiz bir bedenden daha fazlası olayım. Sessizliğimi size karşı yapılmış bir eylem, varlığımı inkar eylemi. Hayatımda ilk kez devrim yapma ceasaretini taşıyorum.  Kapıyı açmayın....,..

    Umut, beynine yerleşen ur yüzünden, iki yıldır devinimsiz ve sessiz. Yatağını mesken tutmuş, ruhu ve bedeninin varoluş mücadelesini izliyor. Anne ve babasının olururuyla, iki yıl içinde sekiz ameliyat geçirdi. Bir sonraki ameliyatı yirmi gün sonra. İlk ameliyatı dışında, hiçbirinde beyninin kapılarının açılması onun izniyle gerçekleşmedi. 

İzinsiz giriş, yasak ihlali.......

      Bedeni, bir bitkiden daha tepkisiz. Bitkiler suya ulaşabilmek için köklerini suya doğru yöneltir, yapraklarını güneşe doğru döndürür daha fazla ışık, daha fazla yaşam için. Umut ise ışıksız bir evrende.........

29 Ekim 2012 Pazartesi



BAL KABAĞININ PEKMEZ AŞKI

                Toplum dışına itilmesi gereken üç beyazdan biri olan şekerden yoksun bal kabağı…Medyada yer alan ömür törpüsü şeker haberlerinin etkisi altında kalmış biri olarak, şekerin mutfağımda ki hakimiyetini kırma çalışmalarımdan birini sizinle paylaşıyorum. Mademki tatlısız yaşam imkansızı başarmak gibi, tatlının bıraktığı acıyı birazcık hafifletmek adına, tarifi denemenizi öneriyorum. Aşina olduğunuz kabak tatlısının çok ötesinde, aromalı bir lezzet hayal ederek tarifi yapmaya başlamanızı öneririm. Kolay gelsin…

Size TATLI DENEMELER…… 

                                                     
Malzemeler: 
Yarım kg bal kabağı
1,5 su bardağı üzüm pekmezi (daha tatlı olmasını isterseniz, miktarı arttırabilirsiniz)
Birkaç yaprak nane, 2-3 adet karanfil, 2 adet çubuk tarçın

Yapılışı: Bal kabaklarını soyup, istediğiniz şekilde doğradıktan sonra; tencereye diziniz. Üzerine pekmez, nane, karanfil ve çubuk tarçını ekleyip kısık ateşte, üstü kapalı olacak şekilde, yaklaşık olarak 40-45 dk pişiriniz. 

Bayram coşkumuzun ‘milli güvenlik’ tehlikesiyle engellendiği ve Cumhuriyet değerlerinin ve kazanımlarının fütursuzca karalanmaya çalışıldığı günlerde; umudun ve cesaretin sizinle olması dileğiyle iyi bayramlar.

22 Ekim 2012 Pazartesi

LEZZETİN YÜKSELİŞİ



Trajediden doğan lezzet...

      Balıkçının oltasına takılan talihsiz lüferlerin yaşadığı trajedi,  bizim için enfes bir akşamın başlangıcı oldu.  Kocaman bir deryanın içinde lüferlerin oltaya gelmesiyle başlayan acıklı olaylar zincirinden, damak çatlatan tatlı anlar yaşandı. Bu anların neresinde miyim? Trajedinin kenarında, lezzetin göbeğinde bir yerde.....
       Hangi oltaya ve nerede yakalandığını bilmediğim bu deniz canlılarının trajedisinin, bizim için mutlu sona dönüşmesinin suçunun ne kadarını benim taşıdığım hala muallaklığını koruyor.  Ben, sadece suça alet olmuş bir etobur olabilirim. Büyük balığın küçük balığı yediği deniz kanunlarının geçerli olduğu boğaz sularında, oltaya atılan yemi, kolay lokma sanıp takılan lüferin yükünü omuzlarımda taşıyamam. Deryalı lüferlerin çok iyi bildiği gibi; 'Büyük balık, küçük balığı yer'.  Fiziki özelliklerime bağlı olarak, büyük balığın ben olduğu tahmininde yanılmıyorsunuz. Doğa kanunları gereği avı için mücadeleye girişmekten kaçan ve kolay lokmayı seçen bir lüferden  bahsediyoruz. 'Büyük lokma ye ama büyük söz konuşma' sözünün deryalar dünyasındaki hali; 'Kolay lokma yeme, hayat devam etsin'dir (Bir deryalı büyükten alıntı).  Oltaya gelme bir talihsizlik ya da merak sonucu da yaşanmış olabilir. Talihsizliklerinin benim mevcudiyetimle hiç ilgisi olmadığı gibi, meraklarının sorumlusu hiç değilim. Bu durumu netleştirdikten sonra gelelim lezzetin yükselişine.

      İstediğiniz miktarda lüferi, balıkçınıza temizletip mutfağınıza getiriyorsunuz. Böylece trajedinin kanıtları sınır dışında kalıyor. Sos için zeytinyağ, ezilmiş sarımsak, ince kıyılmış maydanoz, kurutulmuş domates, tuz ve istediğiniz baharat çeşitlerini karıştırıp, iyice eziyorsunuz. Hazırladığınız sosu, balıkların içine ve üstüne sürerek fırına yerleştiriyorsunuz. Balıkların üzerini yağlı kağıtla kapatıp, önceden ısıtılmış 230 derecelik fırında 25 dakika pişiriyorsunuz. 
      Trajediden lezzetin doğmasını beklerken, balık aşkına Ömer Hayyam'ın rubailerine göz atmanızı öneririm. Ateş gibi, gamı yakıp eritebilirsiniz belki.....

                                                               Özden Tatlı Denemeler

17 Ekim 2012 Çarşamba

Yaşamın Sen Hali


Sen Hali.....

Yaşamın sen hali yeni başlangıçlarla dolu. Seninle yeniden yeniden başlayan anların bütünü. Sen halini seviyorum bu yaşamın. Hiç bitmemesini.....acımasızca hırpalasamda, unutsamda bir anlığına soluğunun anlamını, yeniden başlayabileceğimizi biliyorum ya, sen haline tekrar geliyor ya yaşam; işte bu halin içine düşmeyi, seninle mücadele etmeyi seviyorum. Aşkının beni özgürleştirmesini, sınırlarımın içine girdikçe kendimi daha avare hissedebilmeyi seviyorum. Gölgemle savaşırken benim Sancho Panzam olup, göremediğim savaşçılarla yaptığım aptal mücadelemi desteklemeni seviyorum. Gelgitlerimin içinde kaybolmamanı ve benim kendi sularımda boğulmamı engellemeni, karanlığımı dengelemeni seviyorum. Ateş hattıma girme cesaretini gösterebilmeni, 'Berlin Duvarımı' yıkmış olmanı seviyorum. 

          Tekrar tekrar yaşamak istiyorum seni. Hiç bitmesin diye yeniden başa dönüyorum, taa başladığımız yere kadar geri gidiyorum bazen. Her başlangıçta ayrı hislerle yaşıyorum sen halini. Her başlangıç beni daha fazla insan yapıyor, sanki seni daha fazla sevdikçe insan oluyorum. Yaşamın karanlıkları yüz bulamadığı için terk ediyor beni, seni yaşadıkça. Bugün yeniden başlıyoruz ya, sen haline geçiyorum ya tekrar.....işte sen halini bunun için seviyorum.

                                                                       Özden Tatlı Denemeler      (senin için)

16 Ekim 2012 Salı

cazzzzz




Geçen hafta akbank caz festivali kapsamında babylonda sahne alan the kılımanjaro darkjazz  ensemble konserine gittim.İlk hissiyatım hafta içi  gece 10 da başlayan ve ayakta bir konser için gayet yaşlı olduğumdu birde anadolu yakası insanıysanız eve dönüşün yorgunluğu da bu cümlelere katkı sağlamış olabilir.Elektronik ezgiler serpiştirilmiş bir caz konseriydi diyebilirim azıcık müzik bilgimle.Hollandalı bir grup.Solistin sesini her ne kadar az duysakta performansı çok iyiydi.Saksafon ve gitar performansları da etkileyiciydi.Arka ekranda müzik yapmaya başladıkları sesiz filmlerden görüntüler vardı.Görüntülerin çoğu korku filmleriydi.Eski sessiz filmler benim vakıf olmadığım bir mecra.Etkinlik süresince sessiz olmamız uyarıldı.Tabi sessiz bir etkinlik için fazla gürültülü bir grup vardı yaş ortalamasının küçük olduğuna yormak lazım.Ama gerçekten müzik dinlemek güzeldi.Günün yorgunluğunu gözlerini kapayıp saksafonun sesini duyduğunda hiç hissetmemek .Bana yetmedi uzun zamandır konsere gitmemiş hatta müzik dinlememiştimTadı damağımda kaldı resmen.Bunu atlamayıp istanbul'da yaşamanın tadını çıkarmak lazım koşuşturma içinde güzel şeyleri yakalamak.Bu kış bu konuda daha istekli ve çalışkan olmalıyım.ve bu yüzden tiyatro sezonunun açıldığını farkedip oyunlara bakmanın vakti geldi sanırım........

Kitap önerisi


Eşsiz bir kitabın, eşsiz satırlarından sonra her kurduğum cümlenin beyhude olacağının farkındayım. Paulo Coelho  "Tanrı'nın mucizesinin en büyük alameti, yaşamın kendisidir" diye nitelediği yaşam ve değerler üzerine yazdığı kitapta; 14 Temmuz 1099 tarihinden günümüze, değerlerimizin zamandan bağımsızlığına işaret ediyor. 
      1945 yılının Aralık ayında iki kardeş, Yukarı Mısır' ın Hamra Dom bölgesindeki bir mağarada papirüslerle dolu bir testi bulur. Bulunan papirüsler, Hristiyanlığın ilk yüzyılı ile MS 180 arasında yazılmış metinlerin Yunanca çevirileridir. Bu metinlerden yola çıkan Paulo Coelho kitabında, Haçlılar'ın Kudüs'ü işgalinin bir gün öncesinde hiçbir dine mensup olmayan biri olarak tanıttığı 'Kıpti' vasıtasıyla tarihe atıfta bulunarak değerlerimizi sorguluyor. Farklı  yaş, cinsiyet ve inançta insanların bir meydanda, Kıpti'nin etrafında toplanması ve sadece İlahi Güç'e inanan bu bilge adamın soru cevap şeklinde ilerleyen hikayesi. 
       Hikayenin üç İbrahimi dini için de özel ve kutsal bir şehir olan Kudüs' de geçmesi anlatılanları sayfalara adeta mühürlemiş. 3000 yıllık tarihi olan bu şehrin herbir taşı, Paulo Coelho'yu selamlıyor. Yahudiler için kutsal olan 'Ağlama Duvarı'nı, Hz. Muhammed'in Mirac sırasında göğe yükseldiği yer olan Mescid-i Aksa'yı, Hz.İsa' nın gömülü olduğu yer olduğuna inanıldığından inşa edilen Holy Sepulchre Kilisesi'ni topraklarında barındıran bu şehir dinlerin kardeşliğinin sembolü olarak seçilmiş. Kurgu ve gerçekliğin sarmallığı, gecenin karanlık örtüsünün çöktüğü ve huzurun terkettiği bu şehirin haykırışlarını duymanızı sağlıyor.
        Sevgi, yalnızlık, mağlubiyet, yaşam, sadakat, güzellik gibi kavramlar üzerine yazılan cümlelerle zihnimi altüst eden kitabı paylaşmak  istedim. İnsanlığımızı sorguladığımız, nefretin ve korkunun bizi sarıp sarmaladığı bu dünya düzeninde zaman zaman sayfalarını ziyaret etmenizi önereceğim bir kitap. 
  
                                                                  Özden Tatlı Denemeler

(Kıpti, Mısır'da yaşayan hristiyan topluma verilen addır. )
      
       

14 Ekim 2012 Pazar




HİÇ.....( Sakıncalı yazı)

          Bir köprünün üstünde, elimde buruşturulmuş bir kağıt parçası ve zihnimde birleştiremediğim düşüncelerleyim. Hava çok soğuk ve puslu. Bu köprüye beni getiren şeyin ne olduğu konusunda, hiçbir fikrim yok. Nereden geliyorum, nereye gideceğim? Hissedebildiğim tek şey yüzümü tokatlarcasına esen rüzgar ve köprünün ucundan sızan bir ışık. Zihnim bulanık olsa da bunu fark edebiliyorum. Sanki ışığa doğru yürürsem bu anın gizemi çözülecek ama yapamıyorum. Kafamı diğer tarafa çevirdiğimde ise hiçbir şey yok, sadece karanlık.  Ayaklarım yere mühürlenmiş, bulunduğum yerden bir adım öteye ilerleyemiyorum. Zihnimde çarpışan düşünceler beni kontrol ediyor . Öncesi ve sonrası yok gibi. Hiçliği mi yaşıyorum? 

           Bir anda aklıma elimde tuttuğum kağıt parçası geliyor. Geçmişten bir misafir. Varoluş nedenimi bulabileceğim bir parça belki de. Bu köprüde ne yaptığımı, bundan sonra ne yapacağımı öğrenmen için tek yapmam gereken elimi açıp, kağıda bakmak.  Deniyorum, olmuyor. Bedenimi kontrol edemiyorum ya da gerçekten elimi açmak istemiyorum.  Bir ucunda ışık, bir ucunda hiç  olan bir yolun ortasında kendime yabancılaşmış halde bekliyorum, bekliyorum, sadece bekliyorum........Zihnimde ki çatışmalar biraz daha hafifliyor. Beklemek iyi geldi. Beklemeye devam ediyorum, ışık ve karanlık yerini boşluğa bırakıyor.  İlk anda hissettiğim korku bile yok oluyor. Burada olma sebebim bile önemini yitiriyor. Tek algılayabildiğim şey duygusuzluk ve boşluk. Zamansız ve mekansız bir evrende kaybolmuş gibiyim. Tuhaf bir şekilde anlamsızlık ve zamansızlık beni rahatsız etmiyor. Herşey anlamdan ve değerden yoksun ama bu duygusuzluk beni özgürleştiriyor. Benliğimin ve bedenimin dışındayken herşey ne kadarda anlamsız. Ben bir hiçim....

         Gözlerimi açıyorum ve yürümeye devam ediyorum.

(Deveyken önce aslan, sonra çocuk olanların hikayesi)
                                                                 Özden Tatlı Denemeler

11 Ekim 2012 Perşembe

Savaşa Hayır



Doğu ve Batı arasında bir yerde.....

  Doğuyu ve Batı'yı taşımak yüreğinde büyük bir ağırlık olur bazen. Ne tam doğulusundur ne de tam batılı. Dogunun da icindesindir, batınında bazende sadece kapıdasındır. Ülkemi yasamak, doğuyla batının arasında savrulmak gibi. Dogudayken batının, batıtayken  doğunun kapısında olmak. Doğuyu da Batı'yı da yüreğinde taşımak, iki taraf olmak kolay olmadı hiçbir zaman. Savrulduk gündoğusu ve günbatısı rüzgarları arasında. Rüzgarın şiddetini arttırarak fırtınaya dönüştüğü günlerde yaşadık. Vazgeçmedik ama ne doğu olmaktan ne de batı. 

       İki tarafı da barındırabiliyoruz yüreğimizde, taşıyabiliyoruz zıtlıkları. Kimi zaman çarpıştı taraflar, bize de acı ve öfke dolu enkazlar bırakarak.  Doğu ve batı niye hiç anlaşamadı, hep küçümsedi biri ötekini . Sadece ülkem sığdırabildi yüreğine, her ikisini. Biz ne biri ne de öteki olduk ve olmamalıyız. Biz hem doğu hem batıyız. Kaldımarayız Doğu olup Batı'yı hançerlemeyi ya da batı olup doğuyu. Biz olabilmek için ikisi de olabilmeliyiz. Biri olup ötekiyle savaşırsak, yok eder bizi acının bıraktığı izler. Kavganın, mücadelenin, savaşın tarafı olursak; bu topraklara, akıttığımız kanın hesabını ödeyemeyiz.

       SAVAŞAMAYIZ..........
                                                                              
                                                            Özden Tatlı Denemeler




10 Ekim 2012 Çarşamba

Nohutun Tavayla Dansı





Mutfakta Neler Oluyor?

      Mutfak sakinleri için sıla hasretinin bittiği, nohutların havada uçuştuğu, bol soğan kokulu  bir hafta sonuydu. Acemi askerlerin (bu benzetmeye uymayan mutfak sakinleri hariç)  ilk gününü anımsattı bana mutfakta yaşananlar. Acemi erlere ilk kez tüfek verildiğinde neler olursa, bizde de bıçak ve tava aynı etkiyi yarattı. Mutfak sakinleri Korhan Şefin emriyle bıçak ve tavalarını kuşanarak başladılar derse. Kesim teknikleri, soteleme için tava sallama dersin temel konularıyken, tempura sos hazırlama ve bu sosla buluşan karides ile dilimlediğimiz kabakların  kızgın yağla buluşması ilham vericiydi. Mutfak sakinlerinden Samet Şef'in hazırladığı 'srıracha chili' sos ve soya sosunun dayanılmaz uyumu da damakta ve akılda kalanlar arasındaydı. Havada uçuşan nohutlar ve tavaya her çarpışlarında çıkardıkları o kulak gıcıklayıcı sesler eşliğinde derse devam ettik. 
      Mutfak sakinlerinin, nohutlarla dansın son anların da yakaladıkları ses uyumundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Dersin finalini ise bitirici vuruşla yaptık. Gün boyunca doğradıklarımızı kızgın yağa, oradan da midemize atıverdik. Bu nokta yaşadığım acıyı sizinle paylaşmalıyım. Profesyonel mutfaklarda herşey yağla buluşmak zorunda mıdır? 


Bende bu haftadan kalanlar;

1. Tempura sos; un, soda ve kabartma tozuyla yapılır.
2. Daha çok soğan doğrayacağım.
3. Öğrenmek güzeldir.
4. Nappe tekniği
5. Yemek yaptıktan sonra mutfaktan kaç.

9 Ekim 2012 Salı

Başlamak

          Canım arkadaşım bana söz sende dediğinden beri kelimeler kafamda uçuşuyor  ama  sayın yazımı okuyanlar öyle göründüğü kadar kolay değilmiş meğer.O kadar ön koşul gerekliymiş ki, işin içine girince anladım kafa toplamak gerekmiş(o da bayağı zor tabi dağınık bir insan olunca).Önce karın doyurmak gerekmiş hatta zaman zaman kendini kaybedip temizlik falan yapılmalıymış ki yazı yazılabilsin.( aslında daha çok neden daha sayarım da onları yazı yazamadığım zamanlara saklayacağım yazamama bahanesi olarak......).Keçi diye nitenlendirdiğim can dostuma bu kendimizi bulma serüvenimize, sen de bir ara bakalım canım belki birşeyler bulursun diyerek beni de kattığı için teşekkürlere doyamıyorum.Yazdığı güzel şeyler cevap yazmak beni o kadar zorlar ki sadece gülümseyerek anlatabilirim hissetiklerimi.İşte bu yüzden can dostlar sade bir girişten sonra sorumluğu ele alıp kimse bana sormadan ilk defa kendimi anlatacağım  kafamdakileri dökeceğim size. Hatta çığlık atacağım beni de dinleyin diye inanın ilk defa. Ama ağırdan alacağım hemen tüketmemeliyim tabi. Huyumdur çünkü birden herşeyi anlatıp sesimin kısılması ama yazım bitmesin istiyorum serüvenimiz boyunca...
            Türkiye'de kadın olmaktan mı başlasam sosyal hayatın zorunluklarından mı,acılardan mı yoksa aşktan mı meşkten mi,alışverişten mi benzin bile mevzu olabilir belki(zira güncelliğini kaybetmiyor zam şampiyonu).Klasik konularda de olabilir tabi ilişkiler,çekilmez kızlar,güzel kızlar ,yakışıklı erkekler yada dayanılamaz ukalalar  ve ya çiçek, böcekde olabilir mevzu. Bakalım günler neler sokacak bu zavallı kafası karışık insanın kafasına...

                                                                                      Özge Tatli Denemeler



Panik Havası

Panik Havası,



     Sabah, gözlerimi açıp yaşamın devam ettiğini farkettiğimde ilk hissettiğim yoğun bir panik oldu. Odadaki panik havasını içime çekerek, yataktan fırladım. Dün akşam yaptığımın gerçek olup olmadıgını sorgularken, açılan bilgisayarım bende soğuk duş etkisi yarattı. Dün yaşadığım herşey gerçekti, en az benim kadar. Blog açma ve yazılarımı yayınlama işi, düşünce boyutunda çok heyecan vericiydi. Arkadaşlarımın ve eşimin de desteğiyle, yola çıkmaya hazırdım. Bavulumu elimde tutup, yolun başında gelmeyecek bir otobüsü bekliyordum. Otobüsün saatinin geçtiğini bilen tek kişi ben olduğum için, soranlara;

       'Ben  erken geldim. Otobüs az sonra burada olur.' cevabını verip, aslında korkmadğımı tüm cümle aleme ilan ediyordum düne kadar. Meğer ben, dün blog değil, zihnimin kapılarını açmışım. Yazarken bile zor söylemesi. Dün, tuhaf biri gündü. Duygu yoğunluğumun tavan yaptıgı ve onları dizginleyemediğim nadir zamanların yaşandığı bir gün. Bu noktada olabilmem için yaşanması gerekli bir gündü belkide....

        Bu blogda ki yazıları ( benim yarattıklarımı) okurken, zıtlıklara dolu iç dünyamın yansımalarını göreceksiniz. Başka insanların girişine çoğu zaman kapalı tuttuğum zihnimin aralığından dışarı sızanlar, bazen kafanızı karıştırsa da, okumaya ve paylaşmaya devam edin? Blogun  ismi ' tatli denemeler' olsa da, zıtlıkların hüküm sürdüğü iç dünyamın verdiği ölçüde tatli olacaktır. Tatli ve acının uyumu gibi....
                                                                 Özden Tatli Denemeler                 


 


8 Ekim 2012 Pazartesi

İLK HEYECAN

Yayın hayatımızın ilk günü ve mücadelemizin ilan edildiği tarih; 8 Ekim 2012......

Yaşamı paylaştığımız herkese,yazma cesaretini göstermemizde desteği olan dostlarımıza (sevgili eşim, dostlarımız Melike ve Çiğdem), bu blogun hayata geçmesinde teknik destek veren, yazar yakınımız Gökhan'a çok teşekkür ederiz.

   




KORKU



Herkesin korkuları var mıdır?


       Korkusuz insan yoktur bu dünya üstünde düşüncesi beni hep rahatlatmıştır. Hepimiz bir şeylerden korkarız. Farkında olduğumuz korkularımız ya da bilinçaltımızın derinliklerinde mevcudiyetini koruyan korkularımız yüzünden ilerlemek, gelişmek ve değişmek bizi korkutur. Korkmaktan korkmak ne tuhaf bir ikilemdir. Bazı insanları korkuları o kadar ele geçirmiştir ki, gelişimin doğal sonucu olan degisimden sakınmak için asla yeni bir adım atmazlar. Zamanı durdurmak gibi...
        Bende herkes gibi korkulariyla yasamaya çalışan insanlardanim. Yanlış anlaşılmaktan, acı çekmekten, kaybetmekten, eylemlerim sonucunda zarar görmekten ve zarar vermekten korkarım her insan gibi. Sevdiklerimi kaybetmek ya da vücudumun kontrolunu kaybetmek korkularımın en temelidir. Korkularım yüzünden yeni yollarda dolaşamayan insanlardan oldugumu itiraf etmekte bile zorlanıyorum. Bunu itiraf edersem insanlar tarafından statükocu olarak algılanmaktan korkarım. Korkmaktan korkmak...
       İnsan bütün korkularına rağmen bütün benliğiyle degişimi istemeyemez mi? Elinde olanlardan daha fazlasını ya da farklı olanı istemek suç mudur? Bize hep yetinmek ve şükretmek öğretildigi  için mı degisimin kötülük getireceğini düşünürüz? Herseye ragmen İlerlemek, farklı yollara girmek, değişmek istiyorum. Ya siz? Sevdiklerim ve onlarin hayatımdaki konumları dışında kendimi tanımak ve farklılıklarımı görmek içindir bütün istegim. Mevcudiyetimin ve istikbalimin  yegane temeli ' yapabileceğinin en iyisini yap' sloganidir. Sizde eğer bu cizgideki insanlardansanız kağıdı kalemi çıkartın, formülü veriyorum.  Yapabileceğinin en iyisini yapmak için önce kendini keşfet, sonra imkan analizini yap ve en son olarak yapilacak kar zarar hesabıyla da atabiliyorsan büyük, korkuların iplerini sıkı tuttuğu için kasılma durumu varsa küçük bir adım at. Attığın adım mini minnacik da olsa üzülmek yok. Adımın büyüklüğü elbetteki sonucu etkiler ama bu denklemde seni sonuca ulastırır. Bir fen ve teknoloji öğretmeni olarak formülü oluşturdum. Formüldeki değişkenlerin kontrolunü ele geçirmek senin elindedir. Ben henüz değişkenlerle mücadele aşamasında olduğum için değişken kontrolü ile ilgili yardımcı olamayacağım. Benden daha akıllı olduğunu düşünen varsa buyursun çözsün...

Mutfağın Hikayesi Bölüm 2

1. Hafta / bölüm 2


      Mutfak sakinlerini mutfaklarından uzak, sıla hasretiyle geçirdikleri bir hafta sonu oldu. Kalpleri gastronomi için atan bu dokuz zatı muhterem kisi, yönetim derslerini mutfak sevdalarını kalplerine gömerek atlatmaya çalıştılar. Aralarından bazıları için, bu aşk, Facebook'da sadece fotograflarını görüp asık olduğun interaktif bir ask gibi de olsa, aşk acısı çekmek zordur. Bu duyguların arasında savrulan yürekler, kurumsal iletişim, motivasyon ve temel gastronomi bilgileriyle geçirdikleri iki günü dolu dolu geçirdiler. Dağın görünür tarafında hersey denge halindeyken, görünmeyen tarafta neler oldu neler.......

      Benimde bir parçası oldugum cookhane mutfak sakinlerinin karşılaşma anının yaşandığı bir hafta sonuydu. Gözlerin ve sözlerin ilk buluşması yaşandı. İlk anların, kaçınılmaz olarak yaşanan, çaktırmadan karşındakini süzme durumunun da yaşandığını eklemeden geçemeyeceğim. 

       Eğitim koordinatörümüzle tanışmamızın ardından, mutfak sakinleri sırayla kendilerini tanıttı. Bu kısa tanışma sonrasında gördük ki, çok yakında mutfakta şenlik var. Her biri ayrı kafadan, ayrı kültürlerden, ayrı sektörlerden gelen bu insanlar, bütün farklılıklarına rağmen ortak bir aşkla buraya gelmişlerdi. Hikayenin basında karakterler tanıtıldığı için, bu aşamada tekrardan karakter analizi yapılmayacaktır. 

     Büyük Şef, taaaaa tas devrinden başlayarak, günümüze kadar kısaca mutfak tarihinden bahsetti. Mutfak tarihinden bir haber olan bizim sakinlerden, dinlediklerini belirten kafa sallama ve onay belirten hiiii sesleri yükseldi. Öğrendiler tabi ki birşeyler. Gastronominin babasını ve gunümüz servis düzeninin yaratıcısını tanıdılar. ( babamiz Şef Augueste Escoffier......... büyüksün baba). Mutfakta hijyenin önemi, pişirme teknikleri ve daha neler....
  
    Mutfak sakinlerinden   insan kaynakları sakinesi ile hukukçu sakinesi, Büyük Şef ile katıldıkları televizyon programında döktürmüsler diye duyduk. 
      
     Bende bu hafta kalanlar; 

1. Eğer bir gün işyerin olursa, çalışanlarından ilgini eksik etme. 
2. Eğer bir gün, bindigin uçak yere çakılırsa ve hala yasıyorsan, yanına alman gereken ilk şey, bir battaniyedir. Uzmanların fikriymis....
3. Kaza sonrası sakın fikirlerini söyleyip, insanları ölüme sürükleme.
4. Dunya yok olma tehlikesi yasıyorsa ve sadece secilecek birkac insan kurtulabilecekse, son 6 insanı sakın sen belirleme.
5. Artık kendini 'citir' diye nitelendirme, gecti artık o devirler.
6. Herkes aynı fikirde olamaz, netice itibariyle herkes ayrı hayatta.
7. Kendini ac bırakma, sinirlerinin sinaps yapabilmesi için enerjiye ihtiyacın var.

Mutfağın Hikayesi Başlıyor



          Bu hikaye bir mutfakta geçmektedir. Hikayede gecen karakterler hayal ürünü olmayıp, kanlı canlı, soluk alıp veren, sindirim ve boşaltım yapabilen kisilerden olusmaktadır. Bu hikayenin kahramanları, bu özelliklerinin yani sıra tatil günlerini hiç düşünmeden gastronomi için feda eden cesur insanlardır.  Hikayede Cookhane"mutfak sakinlerinin, hayretler icinde takip edeceğiniz, okuduklarınıza inanamayacaginiz, dehşet verici, kahramanlıklarla bezenmiş yasanmışlıklarını takip edeceksiniz. Bu cesur ve Kahraman mutfak sakinlerimizi tanıyalım;



Korhan Şef, mutfağımızın tek ve gerçek lideri. Mutfak sakinlerine hayallerini gerçekleştirmelerinde yardımcı olacak ilacın formülüne sahip tek kişi.  Mutfağın sahibi ve şefi. 

Samet Şef, mutfağın ikinci lideri. Güçsüzlerin yardımcısı ve adaletin savunucusu. 

Elif, mutfagımızın insan kaynakları sorumlusu. İletisim becerilerinin etkinligiyle tanınan, çalışma koşullarının yoğunluğundan sıkılmış ve kendini mutfağa atmış sirin, tatli bir kız. Annesinin mutfak hükümdarlığından yılmış, aramıza katılmış bir mutfak sakini. Onun için Cookhane Mutfağı yeni hükümdarlık alanı.

Sandra, mutfağımızın beyni. Kendisi Galatasay Lisesi sonrası egitimine Boğaziçi Üniversitesinde devam ediyor. Hem de ekonomi okuyor. Mutfağın beyni ben olacak değilim ya.....Ailesinin zengin mutfak kültürünü, daha da zenginleştirme düşüncesiyle aramıza katılmış, mavi- yeşil bir mutfak sakini.

Ezgi, mutfağımızın hukuk danışmanı. Yemek hukuku, arkadaşlık hukuku gibi alanlarda danışacağımız yetkili kisi. Ülkenin hukuk sisteminden kaçıp, mutfağa girersen iste böyle, yemek hukuku üzerine uzmanlaşmak zorunda kalırsın. Aramızda oluşacak, bıçak, domates, patlıcan, seker konulu anlaşmazlıklarda danışacağımız mutfak sakini.

Muhammer, mutfağımızın paylaşımcısı. Kendisi 'arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum' cümlelerinin sahibi ve tek yetkilisi. Mutfağımızın çıtirlarindan, tam bir beyefendi ve kibar bir mutfak sakini. Yası küçük ama deneyimi, bir çoğumuzdan büyük.
İpek, mutfağımızın kafası karışık turizmcisi. ' ben anlamıyorum, bir şey sorabilir miyim' cümlelerinin sahibi ve mutfağımızın felsefi düşünürü.  Birinin, aslinda bu hayatta bildigimiz bir b....(burası biiiip) olmadigini hatirlatmasi lazim. Bu ben olmayacagim, ben de, en az onun kadar bilinmezlik icindeyim. Kendisi guzel gözlü, çiti piti mutfak çıtirlarimizdan biri.

Ali, mutfağımızın fotoğrafçısı ve insaat alanindaki tek yetkilisi. Anın yakalanmasında ve kayıtlara geçmesinde yetkili mutfak sakini. Bu hikayede fotoğrafçılık deneyimlerinde elde ettigi bakış acısını mutfağa taşıması beklenen kisi. 

Arafat, mutfağımızın sozcusu ve bilirkişisi. Aramızda ki en deneyimli mutfak sakini. Spor gecmisinin verdigi deneyimle yag ve kas kitle indeksi problemlerinde danisilacak kisi. 

Selime,mutfağımızın koruyucusu ve bilirkişi yardımcısı. Deneyimli mutfak sakinlerinden. Özel güvenlikte kazandığı deneyimi pasta ve tatlılarımızı, davetsiz misafirlerden koruyacak tek kisi. 

Ben, mutfağın neyi olur benden bilemedim. Siz nasıl uygun görürseniz, mutfak dostları. Mutfak sakinlerinin bana verdigi goreve layık olmaya çalışacağım. 

            Bu karakterlerin katılımıyla başlayan mutfak maceramızı bekleyin......



                 Coming soon......


Cookhane'de İlk Hafta




İlk hafta,
     Hikayemin başladığını hissettiğim bir hafta oldu. Mutfak denemelerimiz baslamasa da, her hikayenin baslangici gibi bilinmezlik, merak, heyecan ve korkunun kol gezdigi iki gun gecirdim. Hikayelerin başlangıçları hep bilinmezliklerle doludur ya, zihnim, cevaplanamayan soruların bilinmezligi ve merakla beklenen bir gelecek haftaların heyecanıyla kaplandi. 
      İlk gunümüze, programın değerli koordinatörü ile ve iki ayımızı birlikte geçireceğimiz sevgili arkadaşlarımla tanışarak başladık. Farklı kültürlerden, farklı sektörlerden gelen ve farklı yas gruplarında heterojen  bir grubuz. Farklılıklarımız, alacağımız egitimi daha da etkili  hale getirecektir. İlk derse Korhan Şef eşliğinde tas devrinden günümüze yemek ve mutfak kültürüyle giriş yaptık. Daha ilk derste gunumuzun servis düzeninin, bilirkişilerin ismini efsanevi diye taclandirdiklari Şef Augueste Escoffier ile başladığını bilgi dağarcığıma eklemiş oldum. Kendisi gastronominin babası olarak tanınmaktadir. Büyüksün Babaaa..... Takım calışması, mutfakta hiyerarşi, hijyen gibi konulardan da kısaca soz ettik.  İlk ödevlerimizi aldığımızı söylemeden geçemeyeceğim. 
     Pazar gunü,  "kurumsal iletişim" ve "çalışan motivasyonu, takım oyunu"  dersleriyle devam ettik. Derste yaptığımız etkinlikler sırasında grubumuzu oluşturan bireylerin farklılıklarını daha iyi gözlemleme fırsatım oldu. Yasasın farklılıklar...... Cok eğlenceli olacak...
    Pazar aksamı eve çokça yorgunlukla, yeni heyecanlarla, yeni arkadaşlıkların bıraktığı tatla ve sorularla dondüm.  Bu durumun bir sonucu olarak, yükümün verdigi ağırlıkla uyku saatim tavukların uyuma saatine yakın oldu. Kafamı yastığa koyma aniyla, uyumaya baslama arasındaki sürede(tahmin edemeyeceginiz kadar kisa bir an) kelimelerle, harflerle, resimle ve her türlü semboller ile anlatmakta zorlandığım bir duygu seline kapildim. Bu hafta sonu, benim acimdan bakildiginda kursun başlamasından daha fazlasını ifade ediyor.' Kızım cok tuhafsin' demediniz değil mı? Bazen cok basit yasanmisliklar ya da sıradan deneyimler, önemli degisimleri tetikleyebiliyor. 

Daha az korkuyorum....
Daha cok hayal kuruyorum...
Daha az politigim...
Daha cok poetigim....







7 Ekim 2012 Pazar

merhaba

EY CÜMLE ALEM!!!
                                                                                                                                                                                               
Çok cesaretlendirici bir başlangıç oluyor benim için.Merhaba ben başkası.Okuduğunuz o güzel yazıların yanında yer edinmeye geldim. Evet  GELDİMMMMM.
Sözü yazıya dökmeye geldim. Yavaştan kendimi anlatmaya.Çok konuştuğumu düşünen dostlar bu kız konuştuğu kadar da yazarsa diye endişelenenler için umalım da öyle olsun. Bakalım neler dökülecek benden tatlı denemelere...

Tatlı Denemelerimin Yoldaşına

DEĞİŞİM VE BİZ OLUŞUMU

(Takvim yaprakları, 15 Eylül'ü gösteriyor.)

                   Tatlı denemelerimin yoldaşı ve kendi hikayesinin başladığını fark etmeyen biricik arkadaşım;
         teşekkür ederim.

Çılgın fikirlerimin dinleyicisi ve destekçisi olduğun, hayallerime hayallerini kattığın ve beni endişelerimle ve saçma cesaretimle yalnız bırakmadığın için teşekkür ediyorum sana.


Tatlı denemelere, heyecanımı ve endişelerimi paylaşabildiğim, bakışına yandığım biricik dostumla devam etmeye karar verdik. Bu hikayenin bizi nereye götüreceğini, nasıl değiştireceğini ve duvarlarımızı aşıp aşamayacağını hep birlikte göreceğiz. İki sosyal paylaşım özürlüsü olarak hikayemizi satırlara dökmek isteğimizin sebebi, korkumuzun cesaretimizin önüne geçmesini engelleme isteğimizdir. Bu satırları okuyan herkes tatlı mücadelemizin şahididir.
Birlikteliğimiz yaklaşık olarak 11 yıl önce, taşı toprağı altın olan İstanbul’a, üniversite eğitimi için gelmemizle başladı. Kısa süreli yurt ve sınıf arkadaşlığımız benim mücadeleci ruhumla ve ikna yeteneğimle ev arkadaşlığına dönüştü. Ev arkadaşlığından, bakışlarla ve kısa cümlelerle birbirimize çok şey anlatabildiğimiz aşamaya geldik. Allah sonumuzu hayır etsin…
Kapalı ve kilitli bir kutuda sakladığım çılgın fikirlerimi ona ilk anlattığımda, (o dememin sebebi, isimlerimizi ifşa etmek konusunda kararsız kaldık. Acaba takma ad mı kullansak?) ya da anlatmaya çalıştığımda yüzünde gördüğüm heyecan benim için kullandığı bütün kelimelerden değerliydi. Düşsel ortamdakileri kapalı kaldıkları yerden alıp kelimelere dökmek kolay olmadı ama biz az kelimeyle birbirine çok şey anlatabilen iki arkadaşız. İlk heyecanın ardından, endişeli bakışları ve nasıl sorusunun gelmesi çok zaman almadı ama her şekilde ben varım dedi. Biliyorum dostum, değişim için mücadele etmek ve sonunu bilmediğin bir yola girmek ne zaman kolay oldu ki?
Düşsel dünyamızın karşılaşmasının ardından, hikayemizin neresinde ve nasıl olması gerektiğine tam olarak karar vermeyen ama kendi tatlı mücadelesini başlatma cesareti gösteren biricik arkadaşımla beraber denemeye karar verdik. Artık yalnız değilim.
Söz sende yoldaş……



6 Ekim 2012 Cumartesi

Rota Dışı


Bir film izliyor gibi...

    Filmin adi "sonbaharda olum". İzlemekte oldugumuz film Amerikan yapımı, Hollywood sinemasının izlerini  tasiyan bir dram. Bizim sevdigimiz türden, aci ve dramla islenmis bir senaryo. Topragimiza işleyen kan kokusu olsa gerek, bu sevginin sebebi.   Orta Doğu'da doğmak demek acıyı sevmek demek değil mıdır? Sessizlik icinde izliyoruz, bu bas yapiti. 
Siissst sessizlik lutfen...........Arada sırada böyle uyarılar alarak, yutkunup devam ediyoruz izlemeye. Kanın çokluğu, acının yoğunluğu önemli değil. Lütfen sessizlik.....

    Sessizlige alistigimizdandir herhalde, ses duymak bizi huzursuz ediyor. Duydugumuz seslere bile kulaklarımız tikali halde devam ediyoruz izlemeye. Ben bazen duyuyorum, nereden geldigini anlamadığım sesleri. Yankılanıyor kulaklarımda 'oyundasin, oyundasin, oyundasin........'. Bende sizler gibi sadece seyircisi olarak kalmaya çalışıyorum, figüranı oldugum filmin. Zihnimin, kalbimin derinliklerine hiç dokunmuyorum, dokunamiyorum. Ben yokken icinde, kan gercek olmuyor. Sadece bir film....

   Gerceklerde bıraksa peşimi, hersey daha kolay olurdu. Ben de sizin gibi eğittim duyularımı. Kulaklarım istemediğim sesleri duymuyor, gözlerim gerçekliği  ayırt edemiyor, derim hissetmiyor sıcaklığı ama ya zihnim unutmuyor bir türlü, kalbim acıyor yine de. Gercekler mı?  Başrolde değiliz, farkindayim. Sıradan insanların sadece figuranlik yaptığını bilecek kadar yasadım ulkemi. Yasamda bir satranç oyunu gibi değil mı? Doğru strateji ve doğru hamle ile sıradan bir piyonda oyunun kaderini değiştirebilir. Figüranda olsak, kanın topraga işlemesini engellenebiliriz. Gercekten istersek, bütün figüranlar hep birlikte istersek........belki yeniden yasamayız sonbaharda ki ölümleri, belki kısın getirdiği kar örter tüm acıları. Film başladı ama durdurabiliriz. Kalkabilirsek koltuğumuzdan, kulaklarımizi tikamaktan vazgeçip  sonbaharda gelen ölümleri izlemekten baska yapacak bir seylerimiz varsa, başarabiliriz . Sessizlik zorbaligina karsi, olumlerin gercekligini farketmek zor, farketme cesaretini gostermekte. Daha zoru gerceklik bir gun bizi sarstiginda, ne sadece seyircisi ne de  sadece figüran olmadigimizi fark ettiğimizde , ulkemin butun olumleri gomecek bizi. Oysa ki biziz sonbaharı yaşayan, biziz sonbaharda kanayan, biziz sonbaharda ölen. 

   Hayatımizin başrolunu çaliyorlar, barışın yerini öfkeyle, adalet ve eşitliğin yerini güçle dolduruyorlar. Bütün bunlara hala sessizlik mıdır cevabimiz? 
Senaryoya müdahale etmeyisimizin, tokezlesek de, kanasak da devam etmemizin sebebi farkinda olmamamiz mı,  sessizlik zorbalığı mı? Yapimin en can acitici sahneleri bile acitmiyor icimizi. Acıyi tam olarak hissetmiyoruz çünkü , bir film insanın canını ne kadar acitabilir  ki? Ne de olsa biz oynamıyoruz başrolde...bu da sadece bir film....

            Seyirci kalmaya alışık olduğumuzdan ya da cok dram izlediğimizden mıdır? Acının gerçekliği bile sarsmiyor bizi, hissedemiyoruz. Orta doğulu olmak demek aciyla el ele yürümek demek. Ölüm kıta sahanligimiza girmedigi surece yeterince gercek olmuyor. 

        Umarım ölüm kıta sahanliginiza girmez.


İlk Adım

İLK TANIŞMA

        Takvim yapraklarının, 29 Ağustos'u gösterdiği tarih,  Cookhane ve Şef Korhan Buyuksuda ile tanışma gunüm olarak kayıtlara geçsin. Sevgili esimin yoldasligiyla ve çuvallar dolusu endişelerimle gittiğim görüşme sonrasında, binadan dudaklarım ay çöreği seklini almis olarak ayrıldım. Cookhane Boğaziçi Üniversitesinin yasam boyu egitim merkezinin mesleki yeterlilik kapsamında egitimlerini sürdürüyor. İtiraf etmeliyim ki giderken cok ayrıntılı bir araştırma yapmamıştım. Bizi karşılayan Büyük Şef Korhan Büyüksuda ("büyük" sıfatını ozellikle kullaniyorum nedenini birazdan anlayacaksiniz) ve Şef Samet Andac bizi cok sıcak karşıladılar. Egitimi, deneyimleri, başarıları ve cookhane hakkında bizi bilgilendirdiler. Korhan Şef 'Johnson Wales Culinary Arts mezunu, akademisyen ve 'Executive Chef' olarak deneyimli bir eğitmen ( 'Büyüksün' sıfatı yakışır.) Bu isi iyi yapmanın şartı üniversitesini okumak diyenlerden değil kendisi. Ayrıca benim 29 yasından sonra cok zor bu isleri öğrenme tezimi güzelde cökertiverince gönlümü çaldığını da itiraf etmeliyim. Görüşme süresinde çalışacağımız  mutfağı ve teorik dersleri alacağımız sınıfları gezdik. İçimi bir heyecan dalgası kapladı. Heeeeerseyi öğrenmek istiyorum. 

     Kayıt hazırlıklarını tamamlayıp ilk adımı atmaya hazırlanmalıyım. Kişisel mücadelemiz hayırlı olsun.....

Tatli Denemeler


NEREDEN BASLADIK?      
( İlk yazım, takvim yaprakları 5 Eylül'ü gösteriyor.)


Bu blog bir denemenin güncesidir...


       İnteraktif yaşamla ve bilgisayarla arası iyi olmayan biri olarak böyle bir kararı nasıl aldığım sorusunun cevabını hiç veremeyeceğim. Belki kendime olan güvenim sayesinde bu paylaşıma ihtiyac duydum. Belki de tam aksine güven duygumun eksikliği beni buraya sürükledi. 

Bu blog bir basarı ya da başarısızlığın hikayesi olarak kanıtlara geçsin istiyorum. Hayatı boyunca istedikleri için büyük mücadelelere katılmamış biri olarak istediklerimin pesinden koşma zamanının geldiğine  inanıyorum. 29 yasindaysaniz ve münferit olarak başarısızlık duygusuyla doluysaniz başlangıç çizgisinden diğer tarafa geçmeniz icin inanc yetersiz kalabiliyor. Çizgiyi geçmeniz konusunda cesaretlendirenlerinizde yoksa(sevgili esim hariç)...duşunun! Tahmin ediyorum ki vazgeçememek için bu hikayeyi anlatmaya başlıyorum.  Hikaye mı?
Sizinle aynı ayakkabı numarasına sahip arkadasınızın ayakkabısıyla ozel bir randevuya hic gittiniz mi? 
Aslında ayakkabı ayağınıza uymuştur ama ayak yapılarınızın farklılığından dolayı rahatsızlık verici bir durumdasinizdir. Hatta hissettiğiniz sıkıntı, yaşadığınız anın önüne gecer ve yasadiklarinizin tadını çıkartamadan eve dönmek zorunda kalırsınız. Benim hikayem biraz bu duruma benziyor. Ayakkabı sizin için uygun ama ayaginizi neresinden rahatsız ettigini anlayamadığınız bir "vurma " durumu yasamak gibi...

Hikayem öğretmen bir çiftin ilk ve son cocuğu olarak 1983 yılında İstanbul ' da   başladı. Çalışan bir annenin cocuğu olarak çocukluğumun okulda geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Sadece çocukluğum olsaydı hikayemi anlatmaya başlamazdim  belki de.... Küçük bir  matematik hesabı yaparsak; annemin göbeğimi çok iyi okullarda okumam için okula atması ve yanlış anlaşılması sayesinde yaklaşık 27 yıldır okul binalarindayim. Tahmin edeceğiniz gibi öğretmen oldum. Marmara Üniversitesi 2005 yılı fen bilgisi öğretmenliği mezunuyum ve aynı yılın Eylül ayından beri öğretmenlik yapıyorum. İsimi ve öğrencilerimi seviyorum ama "vurma" durumu yasıyorum diyebilirim. 

Yasamın, askın, dostların tadını çıkarabilmek için kendime tam olarak uyan ayakkabı arayısiyla "tatlı denemeler" fikri ortaya çıktı. 

 Nereden  geldigini tam olarak anlayamadığım iç sesim ve bir dostum sayesinde başlama çizgisini geçmeye karar verdim. 17 Eylül'de Boğaziçi Üniversitesi ve Cookhane ortakliginin yuruttugu Temel Pastacilik ve Yonetim egitimi sertifika programına başlayacağım. 144saat, 9 haftalık egitimim sırasında deneyimlerimi ve hissettiklerimi YANİ denemelerimi bu sayfalarda paylaşacağım. Bu blog mücadelemin hikayesi olarak kayıtlara geçecek ve sizlerde şahitleri olacaksınız.  Sizlerle (siz kimsiziz su anda bilinmezlik tasiyan bir kelime) olan paylaşımım beni vazgecmekten ve yorulmaktan alikoyacaktir.  Sorumluluk duygusu diyebiliriz........

Benim gibi ayakkabısınin nerden vurdugunu anlayamayan insanlarla deneyimlerimizi paylaştığımız, bir blog olmasını arzuluyorum. 

Başarabilirim....başarabilirsiniz.....